Günümüz Türkiye’sinde vatandaşın ekonomik hayatı, artan yoksulluk ve azalan alım gücü nedeniyle
giderek daha zorlaşmakta. Bu olumsuz tablo karşısında birçok aile için kredi ve kredi kartları, temel
ihtiyaçları karşılamanın adeta tek çaresi haline geldi. Ne yazık ki bu tercihin bedeli ise yüksek faiz yükü
olarak geri dönüyor. Bankaların faiz gelirlerindeki rekor artış, aslında toplumdaki derin finansal
sıkıntının, borçlanma üzerinden nasıl sürdürülemez bir hale geldiğinin açık göstergesi.
KREDİ VE KREDİ KARTLARI, VATANDAŞIN “SON KALESİ” OLDU
İstatistikler, Türkiye’de tüketici kredilerinden ve kredi kartlarından alınan faiz gelirlerinde olağanüstü
artışlar yaşandığını ortaya koyuyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK)
verilerine göre 2025 Nisan ayında bankaların toplam faiz geliri 2,46 trilyon lirayı aşarken, geçen yılın
aynı dönemine göre yüzde 54,53 gibi yüksek bir artış gerçekleşti. Tüketici kredilerinden alınan faiz
getirisi yüzde 49, kredi kartı faizleri ise yüzde 55,7 yükseldi. Bu rakamlar sadece bankaların kârını
değil, aynı zamanda vatandaşın ödeme güçlüğünü ve artan borç yükünü de net biçimde yansıtıyor.
Vatandaşlar alım gücünün azalması karşısında temel harcamalarını bile karşılayabilmek için kredi
kullanmak zorunda kalıyor. Bu kredi kullanımı ise özellikle yüksek faiz oranları nedeniyle ödeme
güçlüğüne, dolayısıyla takipteki kredi oranlarının artmasına yol açıyor. Takipteki kredilerden elde
edilen faiz gelirindeki yüzde 150,5’lik artış, bu riskin boyutunu açıkça ortaya koyuyor. Yani bankalar
sadece sağlam kredilerden değil, ödeme sıkıntısı yaşayan vatandaşların borçlarından da yüksek faiz
geliri elde ediyor.
FAİZ SARMALI: VATANDAŞIN BORÇ YÜKÜ HIZLA BÜYÜYOR
Bugün Türkiye’de vatandaşın kredi ve kredi kartı borçları, uzun vadede sürdürülebilir olmaktan çok
uzak. Çünkü faiz oranları yüksek olduğu gibi, alım gücünün azalması ile borçlanma ihtiyacı artıyor;
borçlar zamanında ödenemeyince de üzerine faiz binerek toplam borç daha da büyüyor. Bu döngü bir
sarmal halini alıyor ve vatandaş finansal açıdan çıkmaza sürükleniyor. Özellikle düşük ve orta gelirli
kesimler için kredi kullanmak, geçici bir çözüm değil, kalıcı bir borç yükü yaratıyor.
Bu durumun en büyük mağduru ise geniş halk kesimleri. Zira gelirlerin reel anlamda düşmesi ve artan
hayat pahalılığı karşısında, vatandaşlar ya kredi kartı ekstrelerini ödeyemiyor ya da tüketici
kredilerinin faiz yükünü karşılamak için yeni borçlara giriyor. Bu sistemin içinde büyüyen faiz gelirleri
ise bankaların kârını rekor seviyeye taşıyor. Yani halkın borç yükü, bankacılık sektörünün gelir
rekorlarıyla paralel artıyor.
BANKALAR KÂR ETMEYE DEVAM EDİYOR, VATANDAŞ YOKSULLUĞA MAHKÛM
Bankaların tüketici kredilerinden ve kredi kartlarından elde ettiği faiz gelirindeki yüzde 50’nin
üzerindeki artış, finans sektörünün bu dönemde kazandığı büyük pastayı gösteriyor. Ancak bu kâr,
aslında toplumun genel refahının değil, finansal baskının göstergesi olarak okunmalı. Bankalar
açısından bu durum, sürdürülebilir ve kârlı bir iş modeli demek; vatandaş açısından ise giderek
büyüyen borç yükü, artan yoksulluk ve finansal çıkmaz anlamına geliyor.
Üstelik takipteki kredilerden elde edilen faiz gelirinin yüzde 150’nin üzerinde artması, birçok
vatandaşın borcunu zamanında ödeyemediğinin ve bankaların da bu borçlardan faiz geliri üretmeye
devam ettiğinin ifadesi. Bu tablo, finansal kriz belirtileri taşımakta ve acilen vatandaşın borç yükünü
hafifletecek, faiz oranlarını makul seviyelere çekecek, ekonomik refahı artıracak politikaların devreye
alınması gerektiğine işaret ediyor.
ALIM GÜCÜ DÜŞERKEN KREDİYE BAĞIMLILIK ARTIYOR: REEL EKONOMİ İÇİN TEHLİKE

Türkiye ekonomisinin uzun süredir yaşadığı enflasyonist baskı, artan fiyatlar ve ücretlerin reel
anlamda erimesi, vatandaşın temel ihtiyaçları karşılamasını güçleştiriyor. Bu ortamda kredi ve kredi
kartı kullanımı bir ihtiyaç olmaktan çıkıp, bir zorunluluk haline geliyor. Ancak bu geçici çözüm, yüksek
faizlerle borçlanmayı büyütüyor ve mali açıdan daha kırılgan bir toplum yaratıyor.
Kredi kartlarının faiz oranları özellikle çok yüksek seviyelerde seyrediyor ve bu durum tüketicilerin
ödeme zorluklarını daha da artırıyor. Faiz yükü sadece borcun ana parasını değil, borcun üzerine
sürekli bindirilen ek maliyetleri de içeriyor. Bankaların faiz gelirlerinin artması, tüketicinin
ödeyemediği yüksek faizlerin bankaların gelirine yansıması anlamına geliyor. Bu da finans sektörünün
kar maksimizasyonu ile vatandaşın borç yükünün artışı arasında doğrudan ilişki kuruyor.
NE YAPILMALI? ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE POLİTİK ADIMLAR
Bu olumsuz tabloyu değiştirmek için öncelikle vatandaşın krediye bağımlılığını azaltacak ekonomik
politikaların uygulanması şart. Enflasyonun kontrol altına alınması, reel ücret artışlarının sağlanması
ve yaşam maliyetlerinin düşürülmesi, bireylerin kredi ihtiyacını azaltabilir.
Faiz oranlarının yüksekliğinin makul seviyelere çekilmesi, tüketici kredilerinin ve kredi kartlarının
maliyetlerinin düşürülmesi, vatandaşın borç ödeme kapasitesini artıracaktır. Ayrıca takipteki
kredilerin azaltılması için borç yapılandırma, faiz indirimleri ve sosyal destek mekanizmaları devreye
alınmalıdır.
Finansal okuryazarlığın artırılması ve tüketicilerin borç yönetimi konusunda bilinçlendirilmesi, kredi
kullanımının sürdürülebilir hale getirilmesine katkı sağlar.
Sonuç olarak, bankaların faiz gelirlerindeki rekor artış, sadece finans sektörünün kârını değil, Türkiye
toplumunun ekonomik açıdan içinde bulunduğu zor durumu da gözler önüne seriyor. Bu durumun
sürdürülebilirliği yok ve çözüm, vatandaşın ekonomik refahının artırılması, borç sarmalının kırılması
ve ekonomik büyümenin tabana yayılması ile mümkün olabilir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
zozcivan@hotmail.com