İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yayımladığı “Hayvancılık Sektörüne Bakış: Sorunlar ve Çözüm
Önerileri” başlıklı rapor, aslında uzun zamandır görmezden gelinen ama toplumun sofrasına kadar
sirayet eden bir gerçekliği gözler önüne seriyor: Türkiye hayvancılıkta üretimden uzaklaşıyor, ithalata
bağımlı hale geliyor.
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın da ifade ettiği gibi, hayvancılık yalnızca ekonomik bir sektör değil; aynı
zamanda sosyal adaletin, sağlıklı nesillerin, kırsal kalkınmanın ve ulusal gıda güvenliğinin temel taşı.
Ancak son 10 yılda yaşanan gelişmelere bakıldığında, ülke olarak bu alanda yanlış bir rota izlediğimiz
çok açık.
MİLYAR DOLARLIK İTHALAT: GIDA YERİNE DÖVİZ VERDİK
Son 13 yılda canlı hayvan ve kırmızı et ithalatına tam 10,6 milyar dolar harcanmış. Buna karşılık,
hayvancılık sektörüne verilen destek 8,88 milyar dolarda kalmış. Bu tabloya dikkatle bakarsak,
Türkiye’nin üretimi desteklemek yerine, dışa bağımlı hale gelmiş bir tüketim modeline yöneldiğini net
biçimde görebiliriz.
Daha da çarpıcısı, Türkiye her yıl dünya sığır ithalatının yaklaşık %10’unu tek başına yapıyor. Yani
dünya genelinde en çok ithalat yapan ülkelerden biriyiz. Bu durum, sadece dövizi yurt dışına
akıtmakla kalmıyor; aynı zamanda krizlere, fiyat dalgalanmalarına, dış politikalara karşı da kırılganlık
yaratıyor.


Böylesine dışa bağımlı bir yapıyla ne fiyat istikrarı sağlanabilir ne de üretici korunabilir. Olan da
üreticiye oluyor, tüketiciye oluyor. Kimi zaman kasap reyonlarında kırmızı etin kilosu 600 liraya
dayandığında bunun nedenini sadece piyasa dalgalanmasıyla açıklayamayız.
YEM BULMAK DERT, MERAYI KULLANMAK AYRI BİR DERT
İSO raporuna göre Türkiye’nin kaba yem açığı %25 seviyesine ulaşmış durumda. Yani hayvanların
doğal ve ucuz şekilde beslenebileceği kaynaklar yetersiz. Bunun doğal sonucu da yem ithalatına
yönelmek. Özellikle karma yem fiyatlarının dövize bağlı olarak artması üretim maliyetlerini
tırmandırıyor ve üreticiyi köşeye sıkıştırıyor.
Bir başka temel sorun ise mera alanlarının etkin kullanılmaması. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu
bölgeleri gibi potansiyeli yüksek alanlarında hayvancılık geri plana düşmüş durumda. Mera mülkiyet
sorunları, verimsizlik ve bakım eksikliği yüzünden, bedava doğal yem kaynağımız olan meralar adeta
kaderine terk edilmiş durumda. Oysa gelişmiş ülkeler meralarını korur, ıslah eder ve çiftçiye ücretsiz
tahsis ederken biz tam tersini yapıyoruz.
YERLİ ÜRETİMİ DESTEKLEMEZSEK GIDA MİLLİYETÇİLİĞİ NASIL OLACAK?
İSO Başkanı Bahçıvan çok yerinde bir tespitte bulunmuş: “Tarım ve gıdada milliyetçilik yükseliyor.”
Pandemiden, Ukrayna savaşından ve küresel tedarik krizlerinden sonra tüm ülkeler kendi üretimini
koruma altına aldı. Kimse başka ülkelere bel bağlamıyor artık.
Türkiye’nin de bu rüzgârı doğru okuması gerekiyor. Tarım ve hayvancılığı savunma sanayi kadar
stratejik bir alan olarak görmeden, bu alana gerçek anlamda yatırım yapmadan gıda güvenliğini
sağlamak mümkün değil. Unutmayalım: Savunma sanayiniz olabilir, silahınız olabilir, ama halkınız açsa
hiçbir şeyin anlamı yok.
KIRMIZI ETTE KÜÇÜKBAŞA DÖNÜŞ ŞART OLDU

Türkiye’de kırmızı et deyince ilk akla gelen büyükbaş hayvancılık oluyor. Oysa bu yaklaşım artık hem
pahalı hem de sürdürülemez. İSO verilerine göre, Türkiye’de kırmızı et tüketiminde büyükbaşın payı
%39 seviyesinde. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran %25 civarında.
Küçükbaş hayvancılık (koyun ve keçi) hem maliyet açısından daha ucuz hem coğrafi koşullara daha
uygun hem de meraya dayalı olduğu için yem krizinden daha az etkileniyor. Yani çözüm aslında
elimizin altında. Fakat koyun ve keçi etine yönelik tüketici alışkanlıkları yeterince desteklenmiyor.
Üstelik şarküteri ve işlenmiş et sektörlerinde hâlâ büyükbaş etin egemenliği sürüyor.
Artık küçükbaş et üretimini ve tüketimini artırmak bir tercih değil, mecburiyet haline geldi. Bu
noktada hem kamu politikalarına hem de toplumun bilinçlendirilmesine ihtiyaç var.
ANAÇ HAYVANLARIN KESİMİ: GELECEĞİN KURBAN EDİLMESİ
Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise anaç hayvan kesimleri. 2021-2023 arasında 300 binden fazla
anaç hayvan kesilmiş. Bu durum, doğrudan üretimin geleceğini tehdit ediyor. Anaç hayvan demek,
yeni yavruların kaynağı demek. Onlar kesilirse, gelecekte hayvan varlığınız da kalmaz.
Bu tabloya rağmen yeterli müdahale yapılmadıysa, bu sektörün kaderine terk edildiğini gösterir.
Tarımda da hayvancılıkta da günü kurtarmaya yönelik politikalar yerine uzun vadeli planlar yapmak
artık kaçınılmaz hale geldi.
SONUÇ: İTHALAT MODELİNE SON VERİLMELİ, YERLİ ÜRETİME GERİ DÖNÜLMELİ
Türkiye’nin hayvancılıkta ithalata dayalı yapısını sürdürmesi artık ekonomik, sosyal ve stratejik olarak
sürdürülemez. Bu model hem üreticiyi küstürüyor hem tüketiciyi mağdur ediyor hem de ülkenin gıda
güvenliğini tehlikeye atıyor.
Yapılması gereken açık:
Meralar ıslah edilip köylünün kullanımına açılmalı,
Yem üretimi desteklenmeli,
Küçükbaş hayvancılık teşvik edilmeli,
Örgütlü, yerel ve verimli üretim modelleri hayata geçirilmeli.
Gıda meselesi artık sadece sofraları ilgilendiren bir konu değil. Bu konu, doğrudan Türkiye’nin milli
güvenliğini, toplumsal sağlığını ve gelecek kuşaklarının yaşam kalitesini ilgilendiren bir önceliktir.
Gıdada yerli üretimi esas almayan her adım, yarınımızı riske atmaktır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
zozcivan@hotmail.com